Dün bir arkadaşım tahsili köyün hocasından aldığı elif ba’dan ibaret olan babannesinin hiç aksatmadan her cuma osmanlı türkçesi aslından mızraklı ilmihal okuduğunu söyledi. Neden fıkıh, tefsir, hadis, kelam gibi islami ilimlerin derin sularında yüzmek yerine aynı eseri bıkmadan, usanmadan tekrar ediyor? Aslında bu alışkanlığın altında büyük bir hikmet ve bereket yatıyor.
İlim öğrenmek Müslümana farzdır. Ancak her müslümanın islam alimi olmak gibi bir yükümlülüğü yoktur. Günümüzde hiçbir şey öğrenmeden çok fazla malumat yüklenmek icap ediyormuş gibi bir telaş içerisindeyiz. Sistem bizi buna sevk ediyor. Bu durumda malumatı bilgiye, bilgiyi bilinçdışı bir eyleme, melekeye dönüştürmek de mümkün olmuyor. Aslında hangi alanda olursa olsun öğrenmekten kasıt bir meleke kazanmaktır çünkü kullanamadığı bilgi insana yüktür. Zihnin, zekanın kapasitesi ne kadar gelişmiş olsa da, irade ve gayret hususunda ne kadar mütekamil davranış gösterebiliyor olsakta zamanın bir sınırı olduğunu ve hayatın insana farklı sorumluluklar da yüklediğini unutmamak gerekir.
Modern dünya insanı doyumsuzluğa, doyumsuzluk ise dünyada cenneti ararken kendi zindanına hapsolmaya sürüklüyor. Aza talip olmanın saadeti bir züğürt tesellisinden ibaret değil. Büyükler, içinde “şükredenler pek azdır” geçen ayeti kerimeden mülhem Allahım bizi de azlardan kıl demişler. Hayatı boyunca mızraklı ilmihal okuyan birinin azlardan olması dört bi yanı dünya tarafından kuşatılmış bizlere nazaran çok daha muhtemeldir. Aza talip olmadıkça azlardan olmak da pek mümkün değil sanırım.
